Advertisement

DADAŞ, DADAŞLIK, DADAŞLIK RUHU

Spread the love

Dadaş ve Dadaşlık üzerinde yazılanlara baktığımızda ortak bir tanımın olmadığı görmekteyiz. Ancak yapılan tüm tanımlamalar gelip yiğitlik, kahramanlık ve doğruluk üzerinde buluşmaktadırlar. Dadaş Ocakları olarak biz ismimizi aldığımız bu kavram üzerinde durmadan derneğimizin kuruluş amacının ve ilkelerinin tam olarak anlaşılamayacağı kanaatindeyiz. Ancak doğrudan bir tanım yapmanın zorluğunun da farkındayız. Bunun için Dadaş tanımı yapmadan önce Dadaşlığın incelenmesi ve Dadaşlığın ne olduğunun anlaşılması içince dadaşlık ruhunun ne olduğu ve nereden kaynaklandığının bilinmesi gerektiği inancındayız.

Dadaş ve Dadaşlık bir sosyal – kültürel değer olarak Erzurum da karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu iki kavramın felsefi dayanağını yani ruhunu Erzurum’un tarihi, coğrafyası ve kültürü içerisinde aramamız gerekmektedir.

Erzurum, Fırat ırmağının iki kolunun yani Aras ve Murat arasında yer alan bir bölgedir. Yani Fırat’ın kaynakları üzerinde yükselen bir medeniyet bölgesi içerisindedir. Bu bölgede Sümer medeniyeti varlığını bulmuş ve insanlığın ilk destanı olarak bilinen Gılgamış bu bölgede ortaya çıkmıştır. Fırat ve çevresi cennet ile ilişkilendirilerek dinler tarihinde yer almıştır. Erzurum 5 yy. başlarında MS 415 yıllarında Roma imparatoru Theodosus tarafında Theodosiopolis adı ile kurulmuş ve o tarihten itibaren Roma, Arap, Selçuklu, İlhanlı, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı Devletlerinin hâkimiyeti altına girmiştir. Safevi Devleti döneminde nüfusunun büyük kısmı kaybolan bu şehir’e Kanuni Döneminde Tebriz civarında yaşayan Akkoyunlu Sünni Azeri Türklerini getirilip yerleştirilmiştir. Osmanlının zayıfladığı dönemde Rus ve Ermeni işgalleri yaşamış ve sürekli olarak bir savaş alanı haline gelmiştir. En sonunda cumhuriyetin kurulması ile neticelenen Milli Mücadele sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Anadolu, İran ve Kafkasya arasında bir geçit şehir olma özelliği nedeniyle içinde birçok kültürel değerleri harmanlayan bir yaşam merkezi, bir kültür merkezi olma özelliğini kazanmıştır. Kartal yuvasını andıran bir rakım üzerine kurulduğundan dolayı karasal iklimin en olumsuz etkilerine maruz kalmış tamamen karakışın belirlediği bir hayat tarzına ve mimariye sahip olmuştur.

İşte yukardaki paragraf bize Dadaşlık ruhunun şifrelerini vermektedir. Nedir bu şifreler? Kısaca bir göz atalım. Erzurum Fırat ırmağının bereketi nedeniyle zengin olan bir bölgede kurulan medeniyetlerin birbirleriyle alışveriş ettikleri bir geçit noktası üzerinde kurulmuştur. Bu ister istemez Erzurum’u bir ticaret merkezi ve medeniyetlerin geçiş noktası haline getirmiştir. Bu geçiş noktası yukarıda da değindiğimiz gibi Anadolu, Kafkasya ve İran’ın bağlantı noktası olmuş ve bölgede hâkimiyet kurmak isteyen bütün ülkelerin değer verdiği Stratejik bir merkez haline getirmiştir. Bu şu anlama gelmektedir. Erzurum bir taraftan ticari, diğer taraftan kültürel teşkilatlanmaları şehrin sosyal yapısında ön plana çıkarmıştır. Bir de bunlara stratejik konumu ve serhat ili olması nedeniyle askeri hareketliliğin yoğun olması ister istemez halkın karakterinin oluşmasına etkin olmuştur. Kış süresinin uzunluğu ve sertliği toplumsal hayatı daha çok kapalı mekânlar içerisinde şekillendirmiştir. Bölgenin Türk İslam medeniyeti içerisinde yer almasıyla bütün bu değerler bir başka anlam ifade etmeye başlamıştır.

Erzurum’a gelen seyyahların büyük bir kısmı Erzurum’u yüksekliği nedeniyle kartal yuvasına benzetmişlerdir. Bu yuva, yüksekliğinden ve bulunduğu coğrafik yapı neticesinde kışları sert geçen karasal iklimin tesirinde kalmıştır. İbn-i Haldun mukaddemesinde belirttiği gibi iklim insanların karakterleri üzerinde etkili olmaktadır. Dolayısıyla yapılan sosyal psikolojik tahliller bu tarz da iklimde yaşayan insanların sert mizaçlı oldukları, kendilerine güvenen ve işlerini kendi başlarına yapmaya alışmış ama aynı zamanda yardımı seven fakat bir o kadarda insanlara şüphe ile yaklaşan ve sürekli olarak mücadele azmine sahip ve her an kavgaya hazır oldukları, az ile yetinmeyi bilip daha ihtiyatlı davranan, lider olmayı seven, emir almaktan hoşlanmayan, meselelere pratik çözümler arayan bir karakter içerdikleri konusunda ortak bir görüşe sahip olmuşlardır. Bu karakter tahlilinin birçok noktada Erzurum insanı ile uyum gösterdiği gözden kaçmamaktadır. Bu tespitin Dadaşlık ruhunun önemli bir unsuru olduğu düşüncesindeyiz.

Dadaş kelimesinin Türkçe bir kelime olduğu yönünde şüphe yoktur. Dolayısıyla Dadaşlığın Türk medeniyeti ve töresi ile şekillendiğini söylemenin pek de yanlış olmayacağı kanaatindeyiz. Türk medeniyeti ve töresinin göçebelik ve savaşçılık üzerinde yükseldiğini en temel tarih bilgilerimiz içerisinde yer almaktadır. Türk medeniyeti ve töresinin incelendiği zaman şu değerlerin ön plana çıktığı görülmektedir. Yiğitlik, erlik, kendine güven, cesaret, doğruluk, anaya ataya saygı ve itaat, kadına değer vermek, namusa ve ahlaka önem vermek, obanın ve boyunun çıkarlarını ön planda tutma, kendisine baş olarak seçtiğinin kılıç gücüne inanarak onun kılıç hakkına saygı duymak, hakana ve beye itaat gerekirse isyan etmek yerine obayı ve boyu terk etmek, dünyaya adalet getirmek ve mazlumun üzerinde zulmü kaldırmaktır. Bu saymış olduğumuz özelliklerin birçoğunun Dadaşlık ruhuna tesir ettiğinde şüphe duyulmaması gerektiğine inanmaktayız.

Dadaşlık ruhuna tesir eden en önemli faktörlerden biri ise şüphesiz İslam İnancıdır. Bu inancın gereği olarak ön plana çıkan ahlaki değerlerin ki bunların arasında; Allahtan başkasına kulluk etmemek, yalan söylememek, zina etmemek, kul hakkına tecavüz etmemek, müsrif ve cimri olmamak, başka canlıların hakkına saygı göstermek ve ulul emre itaat etmek, haksızlığa ve zulme karşı olmak ve cihat etmek gibi temel olanların Dadaşlık ruhunda etkili olduğuna inancımız tamdır.

Erzurum’un konum itibariyle bir geçit merkezi olması burayı ister istemez bir ticaret merkezi haline getirerek, Erzurum’u bir kültür ve eğitim merkezi haline getirmiş ve Erzurum içerisinde bir irfan meclisi oluşmuştur. Dolayısıyla Erzurum halkının ilme ve kültüre karşı bir meyli oluşmuştur. Buda Dadaşlık ruhuna tesir eden bir başka unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Erzurum’un stratejik konumu nedeniyle bir Savaş alanı olması ve sürekli olarak Rus işgalleri ile karşılaşması ve bu nedenle sık sık yaşanan göç hadiseleri neticesinde Erzurum halkını savaşçı, şüpheci ve dayanıklı bir karaktere sahip olmasına sebep olmuş buda Dadaşlık ruhunu belirleyen bir başka unsur olmuştur.

İşte yukarda saymış olduğumuz unsurlar ile belirlenen bu Dadaşlık ruhu aşağıda sayacağımız yaşam çevreleri ve teşkilatlarca işlenerek biraz daha somutlaşmış ve Dadaşlık olarak bir yaşam tarzı, ahlaki ve kültürel bir değer olarak karşımıza çıkmıştır. Peki, nedir bu çevre ve teşkilatlar? Bunlar aynı zamanda bizim toplumumuzun temel eğitim kurumları da olan; Aile, mahalle, medrese, mektep, usta ve askerliktir.

Çocuk gözünü açtığı zaman karşısında ailesini bulur. İlk terbiyesini ve toplumsal değerlerini burada alır. Ailenin ekonomik gücü ve yaşam çevresi de yavaş yavaş çocuğun ruhsal, ahlaki ve yaşam tarzının şekillenmesine neden olur. Erzurum da aile, Türk ve İslam değerleri ile çocuğunu terbiye etmeye çalışmakta âlim ve derin hoca diye bildiklerinin vermiş olduğu telkinler ve yaşam tecrübeleri ile edinmiş oldukları doğruları evlatlarına aktarmaya çalışmaktadırlar. Çocuk büyüklere saygıyı dolayısıyla büyüklerin ayıbını araştırmamayı, görmemeyi aynı zamanda da, küçüklerini sevme ve korumayı öğrenmektedir. Her aile evladının cesareti ile namusu ile bıçkınlığıyla ve fiziksel gücü ile övünmek ister hele bu Erzurum gibi iklimin sert koşulları ile yaşam tarzının biçimlendiği bir yerde daha büyük önem kazanır. Aile için önemli olan çocuğun bir an önce ailenin yaşamına katkı sağlamasıdır. Bu Erkek çocuk için ailenin geçimine yardım etmesi, kız çocuk için ise evin evirilip çevrilmesidir. İlk Erkek çocuk babanın veliahdıdır. Dolayısıyla bu çocuk ağabeydir. Bu ağabey erkekliği babasından öğrenip gençliğinin verdiği enerji ile kardeşlerine ve arkadaşlarına öğretmek ve göstermek ister. Burada fiziki gücünü fark eder ve enerjisini aba güreşinde sarf ederek yiğitliğe ilk adımını atar.

Yaş ilerler ve çocuk artık mahalle hayatına katılır. Çevresine bakar ve görür ki mahalle içerisinde babanın ve ananın saygı duyduğu ve değer verdiği insanlar vardır. Bu insanlar artık bu çocuk içinde değerlidir. Yaşlı denilen insanlar babaların ve analarını da terbiye etmekte, diğer mahalle sakinleri ile birlikte müşkülatlar çözülmekte uzun kış gecelerinde toplanılarak kendi aralarında eğlenilmekte, yemekler pişirilmekte, mahallenin ve şehrin sorunları konuşulmakta, kimin kime nasıl yardımın dokunulacağı tartışılmakta ve yapılacak olan bu yardımın nasıl gizli kalınacağı düşünülmektedir. Bu ortamda her türlü sosyal sivrilik törpülenmektedir. Bu kış gecesinin sohbetleri, içine kadar işleyen nüktedanlıklar ile süslenmekte ve kendisinde bir nüktedanlık oluşmaya başlamıştır. Bu nüktedanlığın yanı sıra çocukta musiki zevki de oluşmaya başlamıştır. Çocuktan beklenen bu sohbetler de tıpkı anası ve babasına gösterdiği saygı ve sevgiyi mahallenin sakinlerine de göstermesidir. Birlikte oturmayı ve yaşamayı öğrenen çocuğumuzun artık çok daha büyük bir ailesi, mahallesi vardır. Hele bu mahalle bir de sur dışında kalan bir varoş ise delikanlı çağına gelen çocuk için savunulması gereken bir mukaddesattır. Delikanlılığın verdiği cesaret ve enerji ile bu görevi yerine getirmek bir nevi kendini ispattır. Ama babasından ve mahallesinde dadaşım dediklerinde gördüğü tarzda, bu tarz da bildiği cesarettir, yiğitliktir ve daha tam olarak anlayamadığı bir vakardır. Bu vakarda büyüklerin doğruluğa, dürüstlüğe, kahramanlığa ve güzel ahlaka verdiği değer ile delikanlı artık bu değerleri vazgeçilmez bir yaşam tarzı olarak algılar. Bu yaşam tarzını Bar dediği davullu zurnalı oyunla simgeleştirmiş. Toylarda, toplantılarda, asker uğurlamalarında bar denilen bu oyunu oynamış yani bar tutmuştur.

Azerbaycan’ dan, İran’ dan ve Anadolu’nun içlerinde gelen kervanların getirdiği sadece mallar değildir. Hikâyelerdir, öykülerdir, bilinmeyen hayatlardır, farklı fikirler ve düşüncelerdir. Artık mektebe başlayan çocuk hem burada, hem babasından, hem de mahalleden öğrendikleriyle ilim tahsil etmeye başlamıştır. Artık ulemanın verdiği fetvaları dinlemeye başlamış, kafasında bunları değerlendirmiş kendine göre müşkülatlarını çözmeye çalışmıştır. Bu müşkülatlarını çözerken ulemadan aldığı dini ve fenni bilgileri uygulamakta özellikle hayatını İslami anlayışa göre ayarlamaktadır.

Delikanlı ta çıraklık zamanında babası tarafından eti senin kemiği benim diyerek girmiş olduğu ustanın yanında temeli ta Horasan erenlerinden Ahmet Yesevi’ye dayanan ahilik teşkilatının fütüvvet terbiyesi ile yetişmektedir. Gencimiz bir yandan meslek sahibi olurken bir yandan da ahlaklı olmayı, doğru olmayı, inançlı olmayı, cömert, yardım sever ve misafirperver, yiğit olma gibi değerleri ustaya itaat ederek yeni baştan öğrenmektedir. Genç, mesuliyet duygusu ile tanışmış, Serserilikten, kurtarılmıştır. Sağlam bir sınıf şuuruna varmış ancak yukardaki sınıfta gözü olmadan ve kendinden aşağıda olan sınıfı hakir görmeden işinde uğraşmaktadır. Bunda köylü bey ilişkisinin ağa maraba ötesinde baba oğul abi kardeş ilişkisinin kurulması da önemli olmuştur. Çarşı teşkilatı kökleştikçe tehalüf fikri yerleşmemiş bir denge oluşmuş, her sınıf kendi hayatında, kendi zevkinde, rahat ve müstakil bırakmıştır. Artık delikanlı denkliğin ne olduğunu anlamış bu evlilik kararında dahi kendini göstermiştir. Yapmış olduğu meslek gelen kervanların Erzurum’a sağ ve selamet içerisinde ulaşmalarına bağlıdır. Dolayısıyla delikanlı ahiliğin gereği olarak yaşadığı yerin ve gelen kafilelerinin güvenliğini sağlamak zorundadır. Mahallenin güvenliğini sağlamayı kendine görev bilen delikanlı artık şehrinin güvenliğini sağlamayı kendine görev bilmektedir. Ama tek bir farkla birlik ve beraberlikle ferdi davranan delikanlı şimdi bir komuta altına girmektedir. Kahramanlık ve yiğitlik bir başka anlam kazanmaktadır. Delikanlının bir atı vardır ve her an bir savaşa hazır olmak için cirit oyununu oynamaktadır. Belinde Erzurum’un meşhur kılıçları şirek ve mirek ile soyluluğunu dosta ve düşmana göstermektedir.

Delikanlı yetişkinliğe doğru ilerlediği dönemde mutasavvıflarla tanışır. İdraki bir noktada değişmeye, açılmaya başlamıştır. Ev sohbetlerinde dinlemiş olduğu sohbetlerin manası yavaş yavaş oturmaktadır. Artık hakikat yolcusu olmaya başlamıştır. Şeklen uygulamış olduğu İslami ritüelleri mana boyutuyla yaşamaya başlamış, yiğitliğin en zor kısmına nefisle mücadeleye girmiş dışarı ile olan mücadelesini bırakmış kendisi ile olan mücadelesi başlamıştır. Kahramanlık iddiasında olmayan bir kahraman olmuştur. Yüreğindeki sevgisi aşka dönüşmüş, artık bütün bir âlemi sevmeye başlamıştır bar isimli şiirinin bir mısrasın da Sadettin Akatay’ın dediği gibi seven sarhoştur elbet içse de içmese de, bu aşk sarhoşu olan gencimiz, benliği bırakıp bendeliğin peşine düşmüştür. Eşrefi mahlûk olma yolunda ilerlerken lafın ve hareketlerin anlatmaya yetmediği bir hale düşmüş sukutu öğrenmiştir. Şimdi suskunlukla kendini anlatmaktadır. Faruk Nafiz ÇAMLIBEL “Erzurumlular ihtiva etmiş oldukları manayı sukutlarıyla en iyi şekilde ifade eden kimselerdir” diyerek bu durumu tespit etmiştir. İbrahim Hakkının, Alvar imamının, Hacı haşıl efendinin, Vehbi efenin, Osman Bedrettin’in sohbetlerinden sonra konuşmak mümkün değildir. Çünkü dinlediği insanı kâmildir. İçindeki nefsi isyanlar mürşide ve Allaha itaate dönmüştür. Verdiği söz çok kıymetlidir. Kime vermiş olduğunun önemi olmadan, vermiş olduğu sözden bundan sonra başı gitse de geri dönmeyecektir . Çünkü bu sohbetlerde doğruluğu ve samimiyeti, ana babasından, ustasından öğrendiğinden çok daha değişik bir şekilde öğrenmiştir. Eskiden verdiği söz önemliydi ama şimdi önemi daha çok artmıştır.

Askerlik zamanı gelmiştir. Kapıda moskof vardır on üç savaş gören bu şehir’e Gamlar şehri denilmektedir. Serhat şehridir, Erzurum bir derbenttir. Ailesini, mahallesini, şehrini koruyan delikanlı şimdi vatanını, namusunu, dinini ve hürriyetini korumak zorundadır. Yurt severlik duygusu keskinleşmiş sadettin Akay’ın Bar şiirinde dediği gibi karakteri çelik bir yay şeklini almıştır. Askerlik bütün Erzurumlular gibi kanına işlemiştir. Ulemadan ve mutasavvıflardan öğrendiği Allah, Resulullah, vatan aşkı ile şekillenen cihat anlayışı genlerinde miras olarak aktarılan savaşçı ruhu ile babasından miras aldığı kahramanlıkla birleşmiştir. Artık yiğitliğin, cesaretinin ispat edeceği yer askerlik ocağıdır. Şimdiki arzusu şehit olmaktır. Türklüğün mirası onun üzerinde korunacak, onun üzerinde devam edecektir. İslam’ın namusu onun üzerindedir. Vakit cihat vaktidir.

Ezeli Hak’tır Dadaş’ın Ebedi Hak kalacak,

Duracak durdukça cihan yine mutlak kalacak.

Aşmış Altayları, Cengiz’le beraber geliyor,

Eşi yok, benzeri yok, Varsa göster geliyor.

Fatih’in yoldaşıdır, Yavuz’un kan kardeşi,

Ruhta iman kaynağıdır, histe vicdan ateşi,

Hür doğmuştur anasından, yaşar hürriyet için

Adamıştır nesi varsa sulh için, millet için.

Mertliğin son merhalesi, o hamaset kalesi,

Medeniyet kaynağıdır ruhunun meşalesi.

Eğilin ey ulu dağlar, savulun fırtınalar,

Sizi kahretmeye kadir bu celadet, bu vakar.

Heybetinden ezilirsin, şu çatılmış kaşa bak,

Nice mağrur başı eğmiş, şu eğilmez başa bak.

Şu eğilmez başa bak ki o ne mana taşıyor?

Su çatılmış kaşa bak ki gene bayraklaşıyor.

Çekmesin hançerini hey! Hele bir çekse kınından,

Gelecekler ejder olsa geçemezler yakınından.

Kükreyip şahlanıverse, ona gökler daralır,

Toprak altında erir de başı ta arşa varır.

Devrilir mi, yıkılır mı böyle bir azm-i kavi?

Hilkatin şaheseridir, kudretin mucizesi

O, karanlıkları yurttan ebediyen kovacak,

Güneşin battığı yerden, Dadaş’ındır doğacak…

Onu var tarihe sor ki, hangi boydan geliyor?

Kökü ta Ergenekon’dan, Orta Asya’dan geliyor.

Başa geçmiş dadaşım, sanma sondan geliyor.

Ona sen tarihi sor ki O da ondan geliyor.

Bu gelen başta gelendir, yurt için aşka gelen,

Ünü dünyaları sarmış, bu gelen başka gelen.

Kaleler setleri aşmış, çiğnenmiş her siperi,

Gerilik şanına düşmez, ileri hep ileri!

İbrahim HAKKIOĞLU Dadaş isimli bu şiiri yukardaki iki paragrafı sanki özetlemiş gibidir.

Evet, Sevgi ve merhamet kenti olan Erzurum bir ocak halini almıştır. Bu ocağın ateşi sevgi, aşk, saygı, ilim, fikir, yiğitlik, erlik, kahramanlıktır. Ocağı yakan ana, baba, muallim, usta, âlim ve mürşidi kâmildir. Ocakta tüten Dadaşlık, pişende Dadaştır. Alvar imamı olarak bilinen Muhammed Lütfü Efendi Erzurum’un Dadaş Ocağı oluşunu, Dadaşlığı ve Dadaşı meşhur Erzurum Destanı ile şöyle anlatmaktadır.

Erzurum kilidi-i mülk-i İslâm’ın

Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum.

Erzurum derbend-i ehl-i imânın

Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum.

Gâyet şecaatli erler var idi

Nisâsı, ricali hayadâr idi

Edepli, erkânlı bir diyâr idi

Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum.

Göl yerinde elbet sular bulunur

Yine vardır deyü ümit olunur

Yine bugün bin bahâya alınır

Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum.

Elhamdü’lillâh metîn İslâmları var

Fakîre, zaîfe ihsânları var

Külbe-i gönülde îmânları var

Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum.

Hayrât, hasenâtlı erleri vardır

Hayra ü bereketli güzel diyardır

Seyret sen âlemi bu aşikârdır

Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum.

Müşkül haleyleyken uleması var

Safa bahşeyleyen fuzâlası var

Şöhret-i şiar yine küberası var

Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum

Dadaş mı Erzurum dur yoksa Erzurum mu dadaştır? Belli değildir. Bunu İsmail Habib Sevük Erzurum anılarında şu şekilde anlatır” Erzurum’dayız, şehirden önce şehirliyi konuşalım. Gövde içinde ruh var; beldeler ruh olan halkın gövdeleridir, kalıplı gövdeden ne çıkar. Eğer içindeki ruh kalpse, alevli ruh, asil ve coşkun ruh, büründüğü gövde o kadar gösterişli değil mi? Ne zarar? İçteki ruh dıştaki maddeye bir ışık gibi vurduysa o madde ne olsa güzeldir.” Bu güzellikte yatan insana ve çevreye duyulan saygı ve sevgidir. Bu sevgi, yaratılana duyan aşktır.

Dadaşlık nedir? Bu sorunun cevabını isterseniz Erzurum’a gönül verenlerin, gelenlerin, yazdıkları hatıralarında, mısralarında arayalım.

İsmet İNÖNÜ, Dadaşlığı,” Dadaşlık; ahlaktır, yiğitliktir, doğruluktur, hakperestliktir, mazlumdan yana olmaktır” şeklinde tanımlamıştır.

Alev ALATLI, Dadaşlık tanımı yerine Erzurumluluk tanımını yapmıştır. Bu tanıma göre Erzurumluluk, “Haysiyet iliktir, erdemliliktir, cesarettir, mertliktir, samimiyettir, sadakattir, vefadır, mükemmel ahlaktır, tükenmez bir sevgi ve karsız bir saygıdır. Erzurumlu, olay ve fikirleri araştırır; insanların ayıplarını asla araştırmaz. Erzurumlu söylenene bakar, satır aralarının peşinde olmaz. Merttir ama patavatsız değildir. Cömerttir ama müsrif değildir. Yüreklidir ama saldırgan değildir. Samimidir ama ahmak ve aptal değildir. İnançlıdır ama yobaz değildir. Hâsılı Erzurumluluk, Hazreti Kur’an’ın eşrefi mahlûkat olarak tarif ettiği insan olmaktır.”

Çetin BAYDAR ise Dadaşlık tanımını yaparken “Dadaşlığın temel argümanını gençlik enerjisi” olduğunu belirterek, bir sosyal rol olarak Dadaşlığın bu enerjiden kaynaklandığını ifade etmektedir. Dadaşlığın Erzurum’a mahsus bir kavram olmadığını, kuzey ve güney Azerbaycan, Horasan ve Türkmenistan dada karşımıza çıktığını söyleyerek Dadaşlığın temellerini, coğrafya olarak Türkmen yurduna manevi iklim olarak ise Ahiliğe ve fütüvvete bağlamaktadır. Dadaşlığın İslami bir format olarak ortaya çıktığı tespitini yapmaktadır. BAYDAR,” Dadaşlığın temel eksenini insan- ı kâmile olan özlem” diye düşünmektedir. “ Dadaşlık ailede, doğup cemiyette perçinlenen bir toplumsal liderlik sembolüdür. Bu liderliğin Türk ve İslam muhtevası “insan-ı kâmil” kavramı ile taçlanmıştır. Batı medeniyetinin hümanist bireyselliğine karşı bizim insan-ı kâmil kavramımız tartışmasız bir üstünlüğü ifade eder. Erzurumlu kimliği insanı kâmili dadaş karakterinde yaşattı. Eğer insan-ı kâmilden vazgeçmezse onu dadaşlığı evrimleştirmek suretiyle yine dadaşta yaşatabilir.” Demektedir. Dadaşlığı, Çetin BAYDAR Gerçek Dadaş kimliği altında şu şekilde tanımlamıştır. “ Gerçek Dadaş Kimliği; Millete, Vatana, Devlete, Bayrağa, hiç karşı olur mu? O, Kirletilmiş devlet, kirletilmiş vatan, kirletilmiş millet, kirletilmiş bayrak tablosuna karşıdır. Kirletilmiş delikanlılığa, kirletilmiş mahalleye, kirletilmiş çarşıya, kirletilmiş beşere isyan halindedir. Velhasıl nerede fıtrat bozulmuşsa gerçek Dadaş kimliği orada mesaidedir. Bu isyanı sözünü ettiğimiz varlıkların ıslahı, fıtratına dönmesi, zulmün ortadan kaldırılması, adaletin iadesi noktasında bulur. Gerçek Dadaşlık, bir ahlak mesleğidir.” Ancak BAYDAR Gerçek Dadaş kimliği demiş olduğu Dadaşlığın kültür devrimiyle birlikte gösteri Dadaşlığına ve modernleşme ile birlikte Getto Dadaşlığı dediği bir hale dönüştüğünü, bireysel yiğitlikten daha çok kolektif kabadayılığa dayanan bu dadaşlığı yozlaşmış bir Dadaşlık olarak kabul etmekte ve bu bozulmayı Dadaşlığı öğretecek manevi hocalık edecek kimsenin kalmamasına bağlamaktadır. Dadaşlığın geleceğini, Müslüman – Türk Erzurum’unun da bir geleceğinin olmasında görmektedir.

Necati Karabacak’a göre “Dadaşlık öyle rastgele, müktesep bir sanat veya meslek değil, bazı müstesna şahsiyetlerde görülen, efendilik gibi fıtri ve dogmatik bir ruh asaletidir.”

İsmail Habib SEVÜK Dadaşlığı “ külhanbeyliği değil kabadayılık” olarak yorumlamış ve Dadaşlığı “Bir davranış biçimi bir yaşama şekli, bir ahlak anlayışıdır” şeklinde tanımlayarak şöyle devam etmiştir.” Dadaşlık bir mezheptir. Bu mezhebin ibadetleri iyi silah kullanmak, güzel cirit oynamak, milli oyunları iyi bilmek ve paraya ehemmiyet vermemektir. Mezhepte en esaslı iki kaide kimseden korkmayacak ve kimseyi öldürmeyeceksin korkmak en büyük ayıp, öldürmek ondan daha büyük ayıp… Maksat hayat değil galebedir. Yiğitsen, yen hatta yenil gene öylesin. Öldürdün se yenmedin yiğitliği lekeledin.” Sevük, bu mezhebi” nesilden nesille aktarılarak biriktirilmiş bir kabiliyetin mirası olarak görmektedir.”

İsmail Habibin, Dadaşlık mezhebinin iki kaidesini Dadaş şiiriyle şair Kemalettin KAMU şöyle dile getirmiştir.

Dediler; “davranma, düştün kapana,

Ya çek bıçağını, ya gel âmâna!”

Dedim ki; “Dadaşı doğuran ana,

Taşır mı karnında eğilecek baş?”

Bilmem ki öldü mü? Kaldı mı diri?

Kanla temizlendi elimin kiri.

Koyu karanlıkta haykırdı biri,

Dedi ki; “ben ettim, sen etmem Dadaş!”

Yerine gelmişti Dadaşın andı,

Kamayı parlattım yüreğim yandı,

Kurtulan, kancıkça pusu kurandı,

Elimde ölene döküyorum yaş

Dadaşlığın sembolize edildiği oyunun adı bardır. Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat fakültesinin kurucu Dekanı Prof. Dr. Mehmet KAPLAN Dadaş barlarında millet yapan her şeyin bulunduğunu söylemektedir.

İsmail Habib Sevük’e göre “Bar Dadaşların, aşk, sevgi, mertlik, yardımlaşma, kahramanlık gibi duygularını sembolize etmektedir.”

Nejat ONAL ise “Bar bir savaş oyunudur ve yiğitlere yaraşır” demektedir.

Bar şiirinde merhum Şair Sadettin AKATAY Barı kahramanlık, yiğitlik, erlik destanı olarak tanımlamakta ve dolayısıyla Dadaşlığın tanımını yapmaktadır.

Yüzyılların ardından kopup gelen bir vakar,

Kahramanlık, yiğitlik, erlik destanıdır bar.

Bu oyunda gör bizi, geçme sakın ıraktan,

Gözün varsa seçersin, barda karayı aktan.

Bir savaş seyri vardır dadaşın her barında,

Görünce kanın kaynar, o an damarlarında.

Doyum olmaz bir görsen Köroğlu’nun barını,

Güvenirsin gücüne, düşünmezsin yarını.

Dumludan taaa Basraya çağlayan selimiz var.

Bahtımız kara değil bugün, karasu kadar.

Bingöl yaratmadı mı kan çağlayan Arası?

Hazar çalkalanırken kanar Türkün yarası.

Aman Aras , Han Aras, Bingölden kalkan Aras,

Al başımdan sevdamı, Hazerde çalkan Aras…

Dadaş çelik bir yaydır, onu germeye gelmez.

Çağlayan bir sel olur, dağlara da baş eğmez.

Yayla bulutu gibi yükselir yavaş yavaş,

Sonra birden köpürür, sel olur, coşar Dadaş,

Doğunun sınır taşı Erzurum’un Dadaşı,

Efesi var İzmir’in, eğilmez Türkün başı.

Bar başlıyor.

Barbaşı sallarken gönülden mendilini,

Gözüne al Dadaşım, sende sevgilini.

Dinle davul ne diyor: Dan, dan, dan.

Ben bu sese vurgunum, can, can, can,

Canlar yurdundur elbet, her can Vatana kurban.

Atalar yurt sevmeği, davuldan öğrendiler.

Bu ilk barın adına sarhoş barı dediler.

( Seven sarhoştur elbet, sevse de sevmese de )

Dadaşlar ağır ağır bir halka çevirdiler,

Yurda kurban yiğitler bu halkaya girdiler.

Ses yok donmuş dudaklar, gözler halkalanıyor.

Ufuklar, bayraklaşmış, cihan

Dan, dan, dan kanlar kaynaştıran dalgalanıyor.

Bir ses çıktı zurnadan.

Dağlar gibi dadaşlar, kımıldandı durmadan.

Tanrım bu ne duruştu, gözler şimşekleşiyor.

Kırat kişniyor, neden toprakları eşiyor?

Silkin ey Palandöken, dök başından karını,

Dadaş oynarken gösterir vakarını.

Vur davulcu candan coşsun dadaşım,

Çal zurnacı, oynasın dadaş, dönüyor başım.

Bütün bu tanımları ve Dadaşlık ruhunun nereden ve nasıl beslendiğine ilişkin kısa incelememizi göz önüne aldığımız zaman Dadaşlığın bir ruh asaleti olduğunu görmekteyiz. Bu ruh asaletinde İslam dininin, Türk medeniyet ve Töresinin etkileri bariz bir şekilde görülmektedir. Bu etkiler ilk önce aile hayatından daha sonrada mahalle yaşantısından başlayarak sıra ile ilim irfan meclislerinde, daha sonra ahilik teşkilatı ve onun uzantısı olan usta çırak ilişkisi ve en sonunda dergâh ve tarikatlara iktisap ile neticelenen, asker ocağı ile devam eden bir eğitim müessesi ile insan ruhuna tesir etmektedir. Bir de buna serhat ilinde yaşama ve sık sık yaşanan Rus savaşları ve Ermeni isyanları birleştiğinde vatan ve millet sevgisinin ağırlık kazandığı bir milliyetçi duruş eklendiğinde Dadaşlık ayrı bir anlam kazanmaya başlamıştır. Kısacası Dadaşlıkta tarihi bir süreç içerisinde gelişen fikir, irfan, kültür, sanat ve medeniyet dünyasının izleri vardır.

Dadaşlık nedir? Sorusuna verilecek olan cevap gerçekten çok önemlidir. Bu tanımın yapılabilmesi için ciddi bir tarihi, kültürel, sosyolojik, psikolojik ve sosyal psikolojik araştırmanın yapılması gerekmektedir. Maalesef köklü bir üniversiteye sahip olmamıza rağmen şehrin kültürel mirası üzerinde kurulan bu üniversitede Dadaşlık ve Dadaş üzerinde bir çalışma yapılmaması çok manidar ve düşündürücüdür.

Biz Dadaş Ocakları Derneği olarak doğrudan bir tanım yapmaktan çekinerek sadece Dadaşlık üzerinde şu tespitleri yapmakta yetineceğiz.

1 Dadaşlık, doğuştan gelen ve herkeste bulunmayan bir ruh asaletidir.

2 Dadaşlık, aile ortamında kazanılan büyüklere yönelik saygı ve küçüklere yönelik sevgi ile başlar. Büyüklerin ayıbının aranmaması ve küçüklerin korunması bu aile ortamının getirdiği bir kazanımdır.

3 Dadaşlık, mahalle hayatı ile elde edilen bir toplumsal sorumluluğu ifade etmektedir.

4 Dadaşlık, derbent olma ve serhat şehrinde oturma nedeniyle oluşan bir vatanseverlik ve milliyetçilik anlayışı ile çelikleşmiş bir karaktere sahiptir.

5 Dadaşlık, Türk Medeniyet ve Töresi ile şekillenen; yiğitlik, erlik ve bağımsız olma ve haksızlığa karşı durma ruhuna sahiptir.

6 Dadaşlık, Ahilik teşkilatının gereği olan fütüvvet geleneğine sahiptir. Bundan dolayı aksiyoner bir yapıdadır. Yine Ahilik ile kazanılan bir denklik anlayışı ve muhatabına göre bir duruşu ifade etmektedir. Hak etmediğine elini sürmemek prensibi de bu gelenek ile Dadaşlığa yerleşmiştir.

7 Dadaşlık, tasavvufi sohbetler ile elde edilen Allah ve Resulullah aşkı ve bu aşk ile neticelenen ve herkese ve her canlıya yönelik bir sevgi, saygı ve merhamet ile nefsi terbiye ile elde edilen cömertlik, cesaret, kahramanlık, dürüstlük, tevazu, güçlü irade, feragat, şecaat vb. ihtiva eden bir ahlaka sahiptir.

8 Dadaşlık, şehrin konumu itibariyle bir kültür merkezi olması nedeniyle ilme, irfana, sanata, estetiğe ve musikiye yönelik bir eğilimi ihtiva etmektedir.

9 Dadaşlık, iklimin etkisiyle mücadeleci, şüpheci ve güçlü olmayı gerektirmektedir.

10 Dadaşlık, haksızlığa, korkaklığa, namussuzluğa, ihanete ve zalimliğe karşı bir duruşu ve isyanı içerisinde barındırsa da almış olduğu eğitim ve terbiye ilim ve irfan sahibine, ulul emre komutana, ustaya, ana ve babaya, büyük ve yaşlıya, öğretmene itaati emreder. Bundan dolayı dadaşlıkta isyan ruhu ve itaat terbiyesi bir arada bulunmaktadır.

11 Dadaşlık, aile, mahalle, şehir ve vatanı koruma bilincinin gelişmiş olması nedeniyle içinde her türlü yeniliğe ve fikri akımlar ile yabancılara karşı bir şüphe ve temkinliliği barındırmaktadır. Bu koruyuculuğu nedeniyle kabadayılığı içinde ihtiva etmektedir.

12 Dadaşlık, uzun kış gecelerinde yapılan toplantı ve sohbetler nedeniyle içinde nüktedanlık vardır.

13 Dadaşlık, yukarıda saydığımız tüm unsurlardan kaynaklanan bir vakarı ifade etmektedir.

Bütün bu tespitlerin yanında şunu da ifade etmek isteriz ki. Dadaşlık benzeri olan Efelik, seğmenlik, zeybeklik vb. gibi kırsal kesimden ve köylerden değil şehir hayatından kaynaklanıp, gelişen ve yayılan bir kavramdır. Bundan dolayı Dadaşlık ayrı bir önem kazanmaktadır.

Tıpkı Dadaşlık gibi Dadaşın tanımını yapmakta çok zordur. Dadaş kelimesinin kökeni üzerinde yapılan incelemeler bu kelimenin Azeri Türkçesi kökenli olduğunu göstermektedir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Tebriz civarlarında bulunan Sünni Türkmenlerin Erzurum’a yerleştirildiğini biliyoruz. Bundan dolayı Azeri Türkçesi içerisinde yer alan bu kelime Anadolu Türkçesinin içerisine de girmiş ve Erzurum civarında kullanılmaya başlamıştır. Ağabey anlamında olan bu kelime sıfat olarak yiğit, er, kahraman olanları nitelemek amacıyla da kullanılmaktadır.

Dadaş için yapılan tanımlarda incelendiği zaman iyi bir Müslüman, iyi bar tutan ve cirit oynayan, sözü ve özü bir olan, doğru olan, yiğit, er, kahraman olan, güçlü ve dayanıklı bir fiziğe sahip olan, vakur ve dik başlı duruşu bulunan, vatanını ve milletini seven, kabadayı olan vb. hususların ön plana çıktığını görürüz.

Bunları derleyecek olursak Dadaş, İslam dininin gereklerini yerine getiren, Vatanını ve milletini seven, doğru sözlü olan, verdiği sözü tutan, haksızlığa ve zalimliğe karşı duran ve gerektiğinde müdahalede bulunmaktan çekinmeyen, kabadayılığı olan. Tevazu sahibi, karşıdakine göre duruşu olan, safiyane bir kalbe ve bir savaşçı yüreğine sahip, çevresini seven, büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi besleyen, istediği gibi yaşayıp başkalarının hayatına karışmayan, doğru ve güzel ahlaka sahip olan, giyimine kuşamına dikkat eden, nüktedan ama bir o kadar ciddi olmayı başaran kahraman, yiğit, cesur kimsedir. Şeklinde bir tanım yapmak mümkündür.

Bize göre Dadaş; Dadaşlık vasfı ile vasıflınmış, bir masal kahramanı kadar imkânsız ama hayat kadar gerçek, Âdem gibi Adam olan bir insandır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir